MİKROBİYOTA Nedir ?
Bahsi geçen konu sağlıklı beslenme olduğunda nedense ya
güzel bir vücut. ya da sağlıklı bir kalp damar sistemi gelmektedir. Peki
yediklerimizin beynimiz ve davranışlarımız üzerinde nasıl bir etkisi olabilir
hiç daha önceden düşündük mü? Bu makalenin konusu beyne faydalı besinleri
incelemek değil ve çok daha farklı bir mesele bu . Şu anda pek popüler bir
kavram olduğu söylenemese de Mikrobiyota konusundan bahsedeceğim.
Peki nedir bu Mikrobiyota?
Biz göremesek de vücudumuzda çeşitli yüz milyonlarca hatta
trilyonlarca mikroorganizma yaşamaktadır. Biz bunlara halk arasında mikrop
deriz. Mikrobiyota ise bir arada yaşayan bakteri, mantar ve çeşitli
organizmaları ifade eden bir terimdir yada kavramdır. Mikroplar her ne kadar
zararlı ve kötü canlılar olarak bilinse de bu mikroorganizmaların büyük bir
kısmı bedenimiz için oldukça faydalıdır. Ağız bölgesinde, deride, bağırsakta ve
vücudumuz çeşitli bölgelerinde bolca bulunmaktadır.
Bu makalenin konusu bağırsaktaki mikroorganizmalar olacak. Birçok
makale ve kaynakta bağırsaklar için ikinci bir beyin olarak bahsedilir.
Peki neden bağırsaklar için ikinci beyin denmektedir. Bunun nedeni
bağırsakta çok fazla sayıda sinir hücresi yani nöronlar olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu sayede sindirim sistemi kendi istemimizden bağımsız
şekilde kendini idare edebilir. Söz konusu kadar fazla sinir hücresi olunca
buna ikinci bir beyin demek pek te yanlış olmaz diyebiliriz.
Her ne kadar ikinci beyin olarak tanımlasak da oradaki
mikroorganizmalar asıl önemli olandır.
Bağırsaklarda 100 trilyon kadar mikroorganizma yaşamaktadır. Evet
100 trilyon mikroorganizma.
Evet bu sayı çok büyük bir sayı ve bu sayının büyüklüğü hakkında
pek bir fikrimiz yok ama şöyle bakalım.
Vücudumuz bilindiği üzere hücrelerden oluşmaktadır. Sadece beyinde
86 Milyar sinir hücresi bulunmaktadır. Eğer vücudumuzdaki tüm hücreleri
toplasak 10 trilyon hücre vardır. Yani bağırsaklarımızda bulunan mikroorganizma
sayısı vücudumuzda bulunan tüm hücrelerin sayısının yaklaşık 10 katıdır.
Yapılan bir araştırmada bu organizma sayısını fazla abartmayın bir
hesapladık bu kat 1,5 kat deseler de asıl mesele oradaki canlıların sayısı tüm
hücrelerimizden daha fazla , yani bizden fazla.
Buna göre bedenimiz aslında kimin ?
Mantıken bakacak olursak bu vücut bu mikroorganizmaların olabilir.
Aslında gerçekte de onların olabilir bilmiyoruz.
Yakın zamanlarda yapılan çalışmalar gösteriyor ki bu canlıların beynimiz
ve davranışlarımız üzerinde çok büyük etkileri bulunmaktadır. Ruh halimizden ,
yiyeceğimiz yemeğe hatta eş seçmemizdeki etkileri olan canlılardan
bahsediyoruz. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda buna paralel ilerlemekte.
Stresten, otizme kadar oldukça geniş bir alanda bu etki söz
konusudur. Bağırsaklarımızda yaşayan bu 100 trilyon mikroorganizmanın hepsi
aynı değildir. Yaklaşık 1000 farklı bakteri türü vardır. Bunların bunların
etkisi bakterilerin türlerine göre değişmektedir. Örneğin besin aracılığıyla
alınan bazı bakteriler.
Yani bunların bize olan etkisi bakterinin kim olduğuna göre
değişiklik gösterir. Örneğin fareler üzerinde yapılan bir deneyde besin aracı
ile alınan bazı bakteriler normal hayvan da anksiyete oluştururken bazı
bakteriler depresyona girmiş fareyi normale dönüştürebilmektedir. Beslenme
tarzındaki değişiklikler mikrobiyota aracılığıyla öğrenme ve hafıza işlevlerini
etkilediğine dair çalışmalar bulunmaktadır. Hatta otistik çocuklarda bazı
bakteri türlerinin sayısında azalma bazı türleri ise artış tespit edilmiştir.
Bağırsaklarında yaşayan birbirinden farklı bu canlılar toplam 1 buçuk kilo
ağırlığındadır. Bu bir buçuk kilo beni mi yönetecek diye düşünüyorsanız eğer
beynimiz yaklaşık 1.4 kilodur. Mikrobiyota da tıpkı parmak izimiz gibi bize
özeldir. Tek yumurta ikizlerinde bile farklılık gösterebilmektedir.
Hatta kişinin kendi mikrobiyotası beslenme ve diğer koşullara göre
zaman içerisinde değişim gösterebilmektedir. Eskiden mikrobiyotanın sadece
besinlerden sindirilmesi emilmesi ya da bazı vitaminlerin üretilmesini rol
aldığı düşünmekteydi Ama görünen o ki daha fazlasını yapabilecek yeteneklere
sahipler.
Peki bu mikroorganizmalar vücudumuza nasıl giriyorlar? Aslında tüm
sinir sistemimiz anne karnındayken neredeyse steril durumdadır. Fakat
doğar doğmaz hızlı bir şekilde dış dünyadaki mikroorganizmalar ile tanışırız.
İlk tanışma doğumla gerçekleştiği için nasıl doğduğumuz çok çok önemlidir.
normal doğum yada sezeryan doğum. Normal bir şekilde doğum kanalından
geçerek doğan çocukların mikrobiyotasının oluşmasında annelerin doğum kanalında
yer alan mikro organizmalar yer almaktadır. Bu bakteriler bebeğin sindirim
sistemi için oldukça önemlidir Sezeryan doğumda ise annenin derisindeki
bakteriler bebeğin mikrobiyotasını oluşturmaktadır. Bu bakteriler doğum
kanalındaki maddeler kadar faydalı değildir maalesef . Başlangıçta bu farklar
aylar ya da yıllar sonra bile sürebilir. Normal doğum mikrobiyota için oldukça
faydalı olduğu ve bebeğin büyüdüğünde yaşayabileceği obezite, alerji gibi
riskleri düşürdüğü öngörülmektedir. Erken dönemdeki beslenme şekli de çok
önemlidir. Yani anne sütü. Anne sütü ile beslenen çocuklarda hazır mama ile
beslenen çocuklara göre daha sağlıklı bir mikrobiyota oluşmaktadır.
Antibiyotik ve diğer ilaçların kullanımı, çevre ve beslenme
alışkanlıklarımız oldukça önemlidir. Beslenme alışkanlıklarımız
mikrobiyotamızı belirler. Ama işin ilginç tarafı mikrobiyotamız da beslenme
alışkanlıklarımızı belirler.
Örneğin çikolataya aşırı düşkün olan bir kişinin mikrobiyota
içeriği düşerek diğer kişilerden farklılık gösterebilir. Bağırsaklarımda
mikroorganizmalar ürettikleri bazı özel proteinler sayesinde iştah durumumuzu
bile kontrol edebilirler. Yani canımız bir yemeği arzuladığın da o yemeği yemek
isteyen aslında siz olmayabilirsiniz.
Bağırsaklarımızda yaşadıkları için yiyeceğimiz yemeği seçmelerine
anlayabiliriz Aslında önemli olan bu mikroorganizmalar eş seçiminde bile etkili
olabileceğidir. İnsanlar için olmasa bile sirke sinekleri için bu durum
böyledir. Bu sinekler yaklaşık bir nokta 1-2 milimetre büyüklüğünde olup
genetik çalışmak için oldukça fazla kullanılmaktadırlar. 2010 yılında yapılan
bir araştırmaya göre normalde nişasta ile beslenen bu sinekleri rastgele ikiye
ayrılır . Bir grup nişasta ile beslenmeye devam ederken diğer grup ise
şeker pekmezi beslenmeye başladı. Daha sonra sinekleri aynı ortamda karışık bir
şekilde koyduklarına çok ilginç bir durum ortaya çıktı. Nişasta ile beslenen
dişiler kendilerine nişasta ile beslenen erkekleri eş olarak seçtiler ve
pekmez tüketen erkeklerle ilgilenmediler. Aynı durum pekmez tüketen dişiler
için de söz konusu oldu. Üstelik bu tercih sonraki nesillere bile
arttırabilmekdeydi. Peki bu durum nasıl oluştu. Aslında bu deneyi yapan kişiler
sonucun nasıl biteceğini tahmin ediyorlardı.
Bunu gösterebilmek için sineklerin beslenme ortamlarına antibiyotik
verdiler ve bu antibiyotik uygulaması nedeniyle sineklerin
mikrobiyotasında yer alan bakteriler öldürüldü ve oldukça ilginç bir durum
ortaya çıktı. Sirke sineklerinin mikrobiyotasın da yaşayan bakterilerin ölmesi
eş tercihindeki pekmezciler ve nişastacılar tercihini ortadan kaldırdı ve eş seçimi tekrardan rastgele oluşmaya başladı.
Yani bu sineklerin eş seçiminde aslında mikroorganizmaların dediği oluyordu. Bu
deney sonucunda mikroorganizmaların feromonlar aracılığıyla hayvanların
davranışlarına etki edebileceğini ortaya koymuştur.
Peki sağlıklı bir mikrobiyota için ne yapmalıyız? Özellikle yüksek
yağ ve yüksek şeker içen yiyeceklerden uzak durmakta fayda var. Zengin lifli gıdalar,
prebiyotik ve Probiyotik gıdaların bağırsak mikrobiyotasını iyi yönde
geliştirdiğine dair birçok çalışma bulunmaktadır. Hatta bazı probiyotikler
antidepresan özelliği göstermektedirler.
Bu nedenle bilimsel literatürde “psikobiyotik”
olarak kategorize edilmişlerdir. Özetle yapılan çalışmalar davranışlar ve
kararlarımızın oluşmasında bu küçük canlıların çok önemli olduğunu
göstermektedir bu canlıların kim olacağının belirlenmesinde ise yediklerimiz
çok önemi vardır.
Bu makale ile birçok kapalı kapı aydınlanmış oldu, hatta
hayatımızda hiç duymadığınız kavramlarla tanışarak vücudumuzun işleyişi
hakkında bilgi sahibi olduk.
Post a Comment